Yükleniyor. Lütfen Bekleyin.

Marka Liderliği Aklınızda Bulunsun

Marka Liderliği

“Marka Liderliği” markaların ürünlerini “satmaktan” öte, insanların ruhlarına dokunacak yeni bir bakış açısı oluşturulmasıdır.

Bir markanın liderliğinden bahsettiğimiz zaman artık sadece ölçülebilen büyüklüklerden değil, bunların yanı sıra stil (tarz) liderliği, insanlara yol açma, onlara rehberlik yapma ve hayatlarına anlam katma gibi kolay ölçülemeyen ama insanların üzerinde son derece etkili olan bir anlayıştan bahsediyoruz.

Jez Frampton, bu zamanın ruhunu yakalayabilecek bir liderlik yapabilmeleri için markaların sahip olmaları gereken özellikleri şöyle sıralıyor:

1- Vizyoner olmak: 

İnsanlar inandıkları liderleri takip eder, inandıkları markaları savunur, onların çalışanı ve iş ortağı olmak isterler. İnsanların gözünde bu mertebeye ulaşmak isteyen bir markanın, bir “gelecek hayaline”  sahip olması ve bu hayaliyle müşterisi olsun olmasın herkese ilham vermesi gerekir. Marka, bu hayalini iyi bir öyküyle anlatmalı, bu öyküyle insanları kendi etrafında toplamalıdır.

2- Sohbetin parçası olmak: 

Artık tüketiciler köşelerinde oturup şirketlerden ürün ve hizmet bekleyen insanlar değiller. İnsanlar artık markanın oluşmasına kendi yorumları ve kullanımlarıyla katkı yapıyorlar. Ve böyle olduğu için de markaları sahiplerinden daha çok sahiplenip, kendi markaları olarak görüyorlar. Bugün büyük markalar, onları yaratan şirketlerden çok, tüketicilere ve genel olarak topluma ait varlıklardır. Sadece tüketiciler değil, tedarikçi, dağıtıcı ve genel olarak toplumun birlikte oluşturduğu kültürel oluşumlardır.  (Kontrol Kimde?) 

Bu nedenle markalar, insanların söylediklerine kulak vermeli, onların dile getirdikleri her konuyu dinlemeli ve onlarla işbirliği yapmalıdırlar. Müşterileri, tedarikçileri ve bayileri “işin içine dahil eden” markalar, değerli içgörüler elde etme,  yaratıcı fikirleri yakalama ve daha da önemlisi taraftarlarının sayısını artırma imkanına kavuşurlar.   Sahici bir diyalog ve sohbet için fırsat yaratmak; insanları can kulağıyla dinlemek hatta kimi eksiklikleri herkesten önce dile getirmek markalara sağlam müttefikler kazandırır.

3- İnovatif olmak:

Artık markalar, “daha iyisini” hatta “mükemmelini” yaptıkları iddia ettiklerinde insanlar bu iddialarla pek ilgilenmiyorlar. Teknolojinin de sağladığı imkanlarla  neredeyse bütün  işletmelerin üretim kalitesi çok iyi seviyelere ulaştı. Bugünün koşullarında “daha iyi” artık bir rekabet üstünlüğü değil.

Markaların “daha iyi” vaadi yerine, insanların tatmin edilmemiş ihtiyaçlarını karşılayacak daha inovatif yaklaşımlara ihtiyaçları var. Gary Hamel’ın da dediği gibi markaların herkesin koştuğu kulvarda koşmak yerine kendilerine yeni bir kulvar açmak için çaba göstermeleri gerekiyor. Lider marka olmak için,  “en mükemmel” marka olmak değil, en sahici, en gerçek, en özgün marka olmak için çaba göstermek gerekiyor.

 

4- Tasarıma yatırım:

Bütün ürün ve hizmetler belirli bir kalitenin üzerinde üretildiği için artık insanlar, yoğurttan cep telefonuna kadar her kategorideki ürünün daha zarif ve şık görünmesini, daha iyi tasarlanmasını, daha kullanıcı dostu olmasını istiyorlar.

Bugün markaların sadece ürün ve hizmetlerini değil,  web sitelerinden satış noktalarına kadar müşterilere temas ettikleri her noktayı -tepeden tırnağa- daha estetik hale getirmeye ihtiyaçları var. (Tasarım Zihni)

 

5-İnsana yatırım:

Rekabet üstü markalar yaratmak için şirketlerin yetenekleriyle öne çıkan insanlara ihtiyacı var. Lider olmak, öncülük yapmak için şirketler, en yaratıcı ve en yetenekli insanları kendilerine çekmek ve onların kendilerini geliştirmelerine imkan sağlamak zorundalar. (Liderin En Önemli Görevi İyi İnsanları Kendine Çekmektir.)

Yaratıcı yetenekleri kendilerine çekmek için şirketler, yetenekli insanların nasıl bir çalışma ortamı istediklerini anlamak ve buna uygun bir çalışma ortamı yaratmak zorundalar. Yetenekli insanların çalışmaktan mutlu olduğu bir dünyayı şirketin içinde oluşturmak ve bu insanların kendilerini geliştirmelerine yatırım yapmak zorundalar.(Yaratıcı Bir İş Ortamı Nasıl Olur?)

 

6- Büyük veri 

Rekabetten sıyrılmanın yolu, müşterileri en iyi tanıyan marka olmaktan geçiyor. Geleneksel araştırmalardan elde edilen bilgiler bugünün dünyasında belirli bir noktaya kadar yarar sağlıyor. Müşterilerin ve genel olarak bütün değer ortaklarının hızla değişen davranışları hakkında içgörüye sahip olmak için şirketlerin daha karmaşık verileri çok daha hızlı ve gerçek zamanlı analiz etmeye ihtiyaçları var.

Bugün şirketler,  sosyal mecralardan lokasyon bildiren data kartlara, CRM bilgilerinden müşteri videolarına kadar her kanaldan hızla akan bütün verileri gerçek zamanlı analiz etmek zorundalar.

7- Katılımcı liderlik

Bugünün şirketleri eskiye kıyasla çok daha karmaşık yapılara sahip. Bu karmaşık organizasyonları daha etkili yönetmenin yolu, çalışanların işbirliğini ve katılımını artırmaktır. Şirketlerde  daha çok sayıda insanın karar alma sürecine katılması, liderlerin de katılımcı bir kültürün oluşmasını teşvik etmeleri gerekiyor.

8-Sürdürülebilirlik

Her ne pahasına olursa olsun başarılı olma anlayışı yok olurken bütün sektörlerde sürdürülebilir büyüme anlayışının yükseldiğini görüyoruz.

Gelecekte de en az bugün kadar başarılı ve güçlü olabilmenin yolu herkesin yararına olan sürdürülebilir bir organizasyon kurmaktan geçer. Şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluğu işin çeperinde duran bir proje olarak değil, işin kendisi olarak görmeleri gerekir. Dünyadaki onca sorundan bir tanesini, müşterileri de işin içine katarak çözmeye çalışmak, sürdürülebilir marka olmanın yegane yoludur. (Toplum Sosyal Sorumluluğu Devletten Değil, Şirketlerden Bekliyor.)

 

9- Herkes için liderlik

Dünyanın ve medeniyetimizin ilerlemesi her birimizin, birbirimizi daha çok dinlemesine, daha iyi anlamasına bağlı. Bir marka sadece kendi kârını artırmak için değil, dokunduğu herkesi geliştirmek için de çaba göstermelidir.

Lider marka olmak için bu zamanın ruhunu iyi kavramak ve işi bir hesap oyunu gibi değil, insanlara fayda sağlayan bir anlam platformu olarak yönetmek gerekir.

 

Markaların Doğuş ve Gelişimlerini Anlatan 5 Film….
Pazarlamanın Gelişimi
LET'S DO İT   / JUST DO İT
LET'S DO İT / JUST DO İT

1971'de Phil Knight ve Bill Bowerman, Blue Ribbon Sports adında spor ayakkabı üreten bir şirket açtılar. Blue Ribbon Sports’un yeni ayakkabıları için bir logoya ihtiyacı vardı ve Phil Knight, 1971 yılında Portland Üniversitesi’nde öğrenci olan Carolyn Davidson ile saatliği 2 dolardan anlaştı. Davidson, Swoosh olarak bilinen simgeyi tasarladı ve şirketin yeni logosu bu oldu. Davidson bu logodan 35 dolar kazandı. Blue Ribbon Sports’un ilk tam zamanlı çalışanı ve aynı zamanda bir atlet olan Jeff Johnson, bir gece rüyasında Yunan mitolojisindeki zafer tanrıçasını gördü ve şirketin isminin değiştirilmesi gerektiğini önerdi. Önerisi kabul edildi ve şirketin yeni ismi Nike oldu. Nike 1980'ler ile birlikte yükselişe geçti. Hatta şirketin yükselen değeri ile birlikte Phil Knight, logo konusunda minnettarlığını göstermek için 1983 yılında Carolyn Davidson’a Swoosh şeklinde elmas bir yüzük ve Nike’dan hisse senedi hediye etti. Fakat bütün bu iyi gidişata rağmen Nike için büyük bir sorun da baş göstermeye başlamıştı: Reebok. Nike 1980'lerde yükselişine rağmen sıradan bir spor ayakkabısı markası olarak görülüyordu. Reebok’un ise pazar payı yükseliyordu ve özellikle bu yıllarda yükselişe geçen spor trendinden yüksek oranda yararlanıyordu. Nike, bu sorunu çözmek için 1988 yılında Wieden+Kennedy reklam ajansından yeni ve büyük bir kampanya istedi. Wieden+Kennedy’nin kurucularından Dan Wieden, Nike için çalışmalara başladı. Bir düzine reklam filmi çalışması yapıldı fakat Wieden’a göre eksik bir şeyler vardı. Çalışmalar birbirinden bağımsızdı ve tek bir temelde buluşmuyordu. Wieden, yeni kampanyanın sunumundan bir gün öncesinde gece çalışırken aklına 1977 yılında adam öldürme ve kundakçılık suçundan idama mahkum edilen Gary Gilmore’un son sözleri geldi: “Let’s do it.” Wieden, 20 dakikalık bir çalışma sonucu Nike’ın yeni kampanyasının sloganını buldu: “Just do it.”. Ertesi gün Nike’a yeni kampanya tanıtıldı ve Temmuz 1988'de Nike’ın yeni slogana sahip ilk reklam kampanyası yayınlanmaya başladı. 30 saniyelik TV reklamında 80 yaşındaki Walt Stack’in her gün 27 kilometre koşması konu alında ve siyah arkaplan üzerine beyaz renklerle “Just do it.” yazıldı. https://youtu.be/p_xozTo6wrU Nike, “Just do it.” sloganını hala kullanmaya devam ediyor ve 27.5 milyar dolarlık değeriyle şu an dünyanın en değerli spor markası konumda. Bu slogan sayesinde markanın ünü arttı ve pazar payı 10 yıl içinde ’den %43’e çıktı. Yine bu sürede satışlar 10 kat arttı. Ayrıca hala Wieden+Kennedy reklam ajansıyla çalışmaya devam etmektedir. Nike reklamlarında bugün bile kısa ve ilham verici kısa cümleler kullanıyor.Burada önemli olan markanızı konumlandırdığınız nokta ile ilgili etkili ifadeler bulabilmek.

Devamını Oku >
Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA”
Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA”

Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA” Sektörümüzde bir markaya bağımlı olarak faaliyet göstermek kurumsallık olarak değerlendirilmekte. Bu durumda markaya bağımlı ofisler kurumsal, bağımsız ofisler, başka bir ifade de no name ofisler kurumsal olmayan olarak değerlendiriliyor. ( No name konusunda başka bir tartışma konusu, aslında her işletme bir markadır.) Bence bu ayrımın en net şekli FRANCHİSE OFİSLER ve BAĞIMSIZ OFİSLER şeklinde olmalıdır. Kendi bölgesinde yıllardır faaliyet gösteren franchise ofislerin bölge uzmanlığı dediği, müşteriye dokunuş dediği faaliyetleri 20 – 30 yıldır bölgesinde uygulayan, bulunduğu semtin dokusuna katkı koyan, o çevredeki tüm değişim ve gelişimleri takip eden, bazen semtindeki bir durağa, bir parka adını veren, bazen adres tariflerinde mihenk taşı olan ofisler bir anda No NAME oluyor, daha birkaç ay önce sektöre girmiş olan, bölge uzmanıyım dediği bölgesindeki meslektaşlarından, sektörün yasal ve ahlaki değerlerinden haberdar olmayan gayrimenkul danışmanları ve ofisler KURUMSAL oluyor. Yani herhangi bir markanın franchise hakkını satın alınca hoooop kurumsallaşmış oluveriyorsunuz. Franchise sistemleri edinmiş oldukları deneyim ve tecrübelerini sizlere aktarırlar. Böylece sizler sektörde temel bilgi ve becerilerle donanmış olarak başlamış olursunuz. Bu önemli ve inkar edilemez bir katkıdır. Ancak know-how aktarımlarının franchise ofisler tarafından çok doğru ve onlara aktarıldığı şekilde uygulanması oldukça önemlidir. Sektörde bir süre sonra gerek danışman gerekse ofis sahiplerinin bu uygulamalardan uzaklaştıklarını görmekteyiz. Bu durumda birçok franchise ofiste kısa zamanda faaliyetlerini sonlandırmak zorunda kalıyorlar. Markalar arası ofis transferleri ve takaslar gündeme geliyor. Daha önce burun kıvrılan markaların bir anda temsilcisi olunuyor ve yeni marka en iyi marka olarak lanse ediliyor. Bunu yazınca Volkswagen’in sloganı geldi aklıma “ Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu”

Devamını Oku >
A4 Kağıtlarının Boyutları Neden 210 ve 297 mm Gibi Küsüratlı Sayılardan Oluşur?
Damacanalar Neden 20 Değil de 19 Litredir?
Kettle'ların Hacmi Neden 2 Değil de 1.7 Litredir?
Mutsuz Müşteri
Türkiye’nin İlk Göz Ağrısı Devrim Arabaları’nın Hikayesi
Türkiye’nin İlk Göz Ağrısı Devrim Arabaları’nın Hikayesi

“Otomotiv endüstrisi söz konusu olduğunda, modern bir ülke kendi ulaşım araçlarını üretmelidir. Günümüz dünyasında ulaşım araçları ekonomide önemli bir yer tutmaktadır. Kendi ulaşım araçlarımızı üretmeliyiz, kendi araçlarımızla taşınmalıyız. İlk olarak, bazı parçaları yapmak zorundayız; sonra, iyileştirme ile bunların% 70-80’ini oluşturmalıyız. Bazı insanlar Türkiye’de otomobil üretmenin imkansız olduğunu söylüyor. Bu düşünce kara zihinlerin ürünüdür.” Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 1961 tarihli TÜSİAD toplantısında bu sözleri sarf ettikten sonra bir motor ve otomobil prototipi üretilmesinin talimatını verdi. Devrim Arabaları’nın hikayesi işte böyle başladı. 20 Türk mühendis Ankara’ya çağırıldı. Aynı zamanda bir mühendis olan TCDD Genel Müdür Yardımcısı Emin Bozoğlu toplantıya başkanlık etti. TCDD’ye 1.400.000 lira ödenek ayrıldı ve projenin teslim tarihi için 29 Ekim 1961 olarak belirlendi. Bu, 129 gün gibi bir sürede sıfırdan bir araba üretilmesi anlamına geliyordu. Bu kadar kısa bir sürede araba üretilmesinin imkansız olduğunu düşünenler kadar, gerçekleşmesinin mümkün olduğuna inananlar da vardı. Projede bulunan mühendisler, bu 4,5 ayda deyim yerindeyse canla başla çalıştılar. Bazı kaynaklara göre hafta sonları dahil olmak üzere günde 12 saate çıkan çalışma süreleri oluyor, bazı günler fabrikada yatıp kalkıyorlardı. Yapılması planlanan araba beş kişilik olarak, 1000-1100 kg ağırlığında belirlendi. Motorun gövde ve başlığı Sivas Demiryolu Fabrikası’nda dökülüp, Ankara Demiryolu Fabrikası’nda işlendi. Piston, segman ve kolları ise Eskişehir’de imal edildi. Motoru Ankara Demiryolu Fabrikasında monte edildi. Eskişehir Valiliği’nin internet sitesinde yer alan bilgilere göre, Devrim arabasının temel ve teknik özelliklerinin başka bir araca benzememesi için iki farklı prototip oluşturuldu. Arabanın modeli değiştirildi, iki gövde çakıldı. A ve B olmak üzere iki ayrı motor hazırlandı. Şanzımanlar ise Ankara Fabrikası’nda üretildi. Elektrik donanımı ile diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında bütün özellikleri ve mekanik donanımları yerli üretimdi. Türkiye’nin ilk yerli üretim otomobili, söz verildiği gibi 29 Ekim 1961 sabahı hazırdı. Devrim, Ankara’ya trenle taşındı. Buharlı lokomotiflerle çekilen trende bacadan çıkan kıvılcımlardan dolayı araçların alev almaması için başlangıçta yalnızca manevra yapmasına yetecek birkaç litre benzin konuldu. Esas yakıt ikmali Ankara’ya indikten sonra yapılacaktı. Devrim Arabaları Ankara’ya indikten sonra motosiklet eskortuyla birlikte yola koyuldu. Eskortlar benzin ikmali yapılması gerektiğini bilmediği için, TBMM’nin önüne gelene kadar araçlara benzin doldurulmadı. Beyaz Devrim’e benzin doldurulduğu esnada Cumhurbaşkanı siyah Devrim’e bindi. Ancak araç 100 metre ilerledikten sonra durdu. Gürsel’in “Ne oldu?” sorusuna direksiyonda bulunan Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu “Paşam, benzin bitti,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cemal Gürsel, tarihe geçen “Garp kafasıyla otomobil yaptık ama şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk,” sözünü sarf etti. Cemal Gürsel’den diğer araca geçmesi rica edildi ve diğer Devrim ile sorunsuz bir şekilde Anıtkabir’e kadar gidildi. Ertesi gün tüm gazetelerde “Devrim Yolda Kaldı“, “Devrim Yürümedi“, “100 Metre Gitti Durdu” gibi manşetler yer aldı ancak diğer Devrim ile herhangi bir sorun yaşanmadan Anıtkabir’e kadar gidildiğinden kimse bahsetmedi. Bütün basın, Devrim Arabaları’na ayrılan ödeneğin heba edildiğini yazdı. Sebebi benzin ikmalinin unutulması mı, basının provokasyonu mu yoksa zaten yalnızca prototip olarak planlanmasından mıdır bilinmez ancak imkansız gibi görünen bir sürede birbirinden değerli mühendislerin emeği ile üretilen yerli otomobil Devrim, hiçbir zaman seri üretime geçmedi. Üretilen dört araçtan üçü ve on motor hurdaya ayrıldı, kalan tek Devrim Eskişehir’deki TÜLOMSAŞ’ta sergileniyor. Başrollerini Taner Birsel, Halit Ergenç, Selçuk Yöntem gibi oyuncuların paylaştığı 2008 yılında vizyona giren Devrim Arabaları adlı film, bu talihsiz otomobilin hikayesini konu aldı ve oldukça olumlu eleştiriler aldı. Zaman içerisinde Devrim mühendislerinin yer aldığı belgeseller de yayınlandı.

Devamını Oku >
Kiracılar genel kurul toplantılarında oy kullanabilir mi?
Kiracılar genel kurul toplantılarında oy kullanabilir mi?

Kat Mülkiyeti Hukuku kapsamında gelen soruların başında; kiracı olarak olağan ya da olağanüstü toplantılarda oy kullanıp kullanılamayacağıdır. Bu sorunun nedeni aslında ortak giderler kiracılar tarafından ödenirken, bu ortak giderlere ait kararların alındığı toplantılarda kiracıların da fikir bildirme istediğinden kaynaklanmaktadır. Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 31'inci maddesi bize kiracıların oy kullanıp kullanamayacağı ile ilgili cevap vermektedir. Madde 31/1 – Her kat maliki, arsa payı oranına bakılmaksızın, bir tek oy hakkına sahiptir. Birinci fıkrada belirtildiği üzere, oy hakkını sadece kat maliki üzerinde sınırlandırmıştır. Olağan ya da olağan üstü toplantılarda kullanılacak oyun kat maliki tarafından kullanılabileceği ve devamında kat malikine uygulanabilecek sayısal sınırlamalardan bahsetmiştir. Bu maddelerin ruhundan dahi kiracının da oy kullanabileceği hususu anlaşılmamaktadır. Fakat aynı maddenin 2007 yılında değiştirilen son fıkrasında ise; vekalet sistemi düzenlenmiştir. Madde de açıkça; “Kat maliklerinden biri, oyunu yetkili vekil eliyle kullanabilir” denmiştir. Bu da kat maliki olağan ya da olağan üstü toplantılarda kullanılacağı oyunu atayacağı bir vekil ile kullanabileceği hususunu dile getirmiştir. Kiracıların işine yarayan husus, vekillik sisteminde kanunun vekilin durumu konusunda bir sınırlama getirmemiş olmasıdır. Kısaca; vekilin dışardan olması ya da kat maliki olmaması gibi sınırlamalar getirmemiş oluşu ve tayin edilecek vekil adı yazılı bir yazı ile tayin edilebilmesidir. Aşağıda örnek olarak bir vekaletname gösterilmiştir. Bu nedenle, Kat Mülkiyeti Kanunu’na tabi genel kurullarda kiracılar oy kullanabilmesi için kat malikinden alacakları adı yazılı bir vekaletname belgesi ile oy hakkına erişebileceklerdir. Kiracıların kat malikleri/kiralayanları ile yapacakları kira sözleşmesi aşamasında bu hususun mutlaka değerlendirilmesi gerekmekte, belki de kiralamanın devam ettiği sürece geçerli bir vekaletname verilmesi gerektiği günümüz koşullarında taraflar arasında hakkaniyet bakımından göz önünde bulundurulmalıdır.

Devamını Oku >
TAKS KAKS nedir? Emsal ne demek?
Yatırım Fırsatı  Gayrimenkul Danışmanları içinde Fırsat (mı) ?
EMLAKÇILAR VE GAYRİMENKUL DANIŞMANLIK OFİSLERİNDE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
LFL-CRM-KPİ Nedir?
Değişmek ya da değişmemek! İşte bütün mesele bu.....
E-Bülten Aboneliği ile,
Bizlerden 7/24 Haberdar Olabilirsiniz